CANAN “Hayal-i Alem”​

Odeabank’ın sanat platformu O’art, CANAN’ın yeni üretimlerinden oluşan solo sergisi ’Hayal-i Alem’ ile sanatçının masalsı mitolojik figürlerini, farklı formlarda ürettiği eserlerinde bir araya getiriyor.

Begüm Güney küratörlüğünde Akaretler Sıraevler’de izleyeceğimiz çoğunlukla enstalatif yapıtların yer aldığı sergi, 7 Ekim - 20 Kasım 2021 tarihleri arasında deneyimlenebilir. Üretmeye başladığı 1998 yılından itibaren kendisini feminist sanatçı olarak tanımlayan; toplumsal cinsiyet eşitliği, aile, kadın konularını sıklıkla kendi bedeni üzerinden düşünerek sosyolojik çıkarımlarda bulunan CANAN; performans, enstelasyon, video, fotoğraf ve heykel formunda üretim yapıyor.

‘Hayal-i Alem’ ile CANAN, sezgisel bir yaratım olarak fizikselleştirdiği mitolojik masallarını yoğun bir sembolizm ile minyatür estetiğini sentezleyerek aktarıyor. Koku temel bir öğe olarak sergiye ilk defa dahil ediliyor. Her bir duyu ile daha kuvvetli bir bağ yaratacağını düşünerek CANAN’ın ‘Hayal-i Alem’ine, kendi sesinden masallar ve müzik de eşlik ediyor.

 

 

CANAN “Hayal-i Alem” sergisini buradan da deneyimleyebilirsiniz.

Herhangi bir eşitliğin konuşulması, mevcut düzende bir eşitsizliğin varlığına kesin bir işarettir.

Biyolojik cinsiyetten farklı olarak, eril ve dişil olana yüklenen sosyal rol, atfedilen statü, görev ve sorumluluklar toplumsal cinsiyet kavramını oluşturur. Değişken yapılardaki iktidar ilişkilerinin sonucu, farklı şiddetlerde varlığını sürdüren küresel bir problem olarak toplumsal cinsiyet eşitsizliği- ‘bir kadın sorunu’ değil, insanlık sorunudur. Dolayısıyla sorunun tanımlanmasında, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin baskı araçlarını, sorunu bulanıklaştıran yaklaşım farklılıklarını; baskıcı cinsiyet algısından tamamen bağımsız bir şekilde ortaya koymak son derece önemlidir. Toplumsal yaşamdaki en temel süreç olarak eşitlik hakkının tartışmaya açık olduğu bugün, sorunun analizini ve nasıl ele alınacağını; siyasi, ekonomik ve sosyal hayatın içinden nasıl kaldırılabileceğini, modern siyaset bilimi teorisyenlerinden, Robert Dahl’ın antidemokratik düşünce ve hareket/uygulama tanımlamasının içinde ele almak istiyorum. “Aralarında ilişki bulunan aktörlerden birisi, diğerlerine eğer o olmasaydı yapamayacakları bir şeyi yaptırıyorsa, işte o ilişki etkindir.” tanımlaması, kişiler arası ilişki ve etkileşimi sorunu çözümlemedeki itki olarak belirlemeye olanak tanıyor. Bu bağlamda toplumsallaşma sürecinin yarattığı bu sorunun çözümünün yine toplumun kendisi tarafından sağlanabileceğine olan inancım, eşitliği gerçekleştirme iradesinin elimizde olması sebebiyledir.

Kalıplaşmış algının gelenekle paketlenmiş, erkek egemen takıntılarının toplumda onayladığı kadın modeli; erkeğin korumasına muhtaç, sosyal varlığını yalnızca evliliği ile sağlayabilen, ancak ürediği kadar ve ürediği takdirde kıymet gören ‘kadın’ rolüdür. Bu kabullenişin neden olduğu kusurlu sosyokültürel yapıda mesele bu rolü reddetmek değil, mevcut yapıdaki alternatif ‘kadın’ tanımlamalarınının kabul görmemesinden kaynaklanmaktadır. Canan’ın üretiminin ana konuları da; kadın kavramı ve kadının edilgen konumunun eleştirisi, beden ve toplumsal cinsiyet konularının; sezgiler ve duygular aracılığıyla kolektif düşünceye olan etkisine odaklanıyor. Toplumsal cinsiyet inşasında başrolü alan ataerkil sistemin iktidar yapısını, kendi bedeninden yola çıkarak ifşa ediyor.

Andre Breton ataerkil baskıyı hedef aldığı, toplumsal cinsiyet konusunda devrimci sürrealizm hareketinin ilk manifestosunda, “Belki de insanın 'gerçek yaşam'ına en çok yaklaşan anlar çocukluğudur” diye yazmıştır. Çocukluktan beri sezgilerine yabancılaştırılan kitleler, varoluşuna ihanet ederek; başkaları tarafından belirlenen, idealize edilen, hatta dayatılan ‘yaşam’sal kararları kabul ederek, bireysel özgürlüklerini yitiriyor. Duyumsamanın akıl yürütme karşısında değersiz kılınmasıyla toplumsal sorunlar beliriyor. Dolayısıyla insanın ‘gerçek yaşam’ına etki eden toplumsal bir meselenin çözümünün tek yöntemi de ortak bireysel özgürlüğün sağlanabildiği, sezgiselliğe alan tanıyan bir toplumsal bilincin yerleşmesinden geçiyor. Erişkin bir zihnin tüm kısıtlamalarının yokluğunda özgürleşen sezgileri, Canan’ın hikayenin en başına dönerek çocuklukta anlatılan masallardan, efsanelerden kurguladığı bir dünyada; kendi dünyasından biriktirdiği her miti ve imgeyi içine yerleştirebildiği, mitolojik karakterlere büründürdüğü bir hayali alem yaratıyor. Kanatlı atlar, bedensiz melekler, yerin altında ve üstünde yaşayan, yarı hayvan yarı insan gerçeküstü yaratıklarların yer aldığı bu alemde hayali olan, gerçek olana yansıyor. Bu masalsı dünyada varolan yarı at yarı insan Burak ve Karub, onların aşkına tanıklık eden melekler ve mitolojik kuşlar, iyi niyet dileklerini güllere iliştiren uzayan boynuzlarıyla bir ceylan, çift başlı koca dişleriyle dev gövdeli bir yılan, altı yılan üstü insan hiç yaşlanmayan bir Maran; hayvani dürtülerin evrimsel süreçte, imge belleğimize sezgisel olarak nasıl yansıdığının görüntüsüdür. Hayranlık uyandıran bedenlerindeki parlak kumaşlara ve tüllere incelikle işlenen nakış, pul, payet ve boncuklar, gövdelerinde ve görkemli kanatlarında kullanılan renkli tüyler, süslü metal aksesuarlar ile sağlanan görselliği, geleneksel minyatür estetiğini yücelttiği sembolik bir Doğu mistisizmi taşımaktadır. Tüm duyuları harekete geçiren müziğin, sesin ve kokunun da dahil edildiği, üç boyutlu minyatür heykel olarak tanımladığımız, kurutulmuş çiçek ve bitkilerin iliştirildiği figürler; mekana güzel kokular yayarak Canan’ın kahkahalarına, kendi sesinden masallarına karışıyor.

Bir hikaye anlatıcısı olarak Canan, toplumsal normlarla belirlenemez biçimlerde toplumsal olanın izini süren; bedenden üstün ruhun kabul gördüğü, varlığının ispatı olmayan varlıklardan yarattığı masal kahramanlarını bize hediye ediyor. Bugüne dek kötü olanın iyiye dönüştürüldüğü bir sezgisellikle anlatılmış bütün masalları, efsaneleri ve hikayeleri kendini gerçekleştirebilmesine aracılık sağladığının inancıyla Canan, imgenin iyileştirici gücüne inanır.

Hayal-i Alem sergisi cüretkârlığı ve cesaretiyle müthiş bir özgürlük taşır. Çünkü Canan’a göre toplumsal meselelerin çözümü ancak bireysel özgürleşme ile sağlanabilir.