“Erkek Egemen” medyadan eşit medyaya: Medyada cinsiyetçiliği nasıl değiştirebiliriz?
İnsan sosyal bir varlık. İşte bu yüzden hayata gözlerimizi açtığımız andan itibaren başka insanlarla iletişim kurmak için çabalamaya başlıyoruz. Yaşamın ilk günlerinde gülmek, ağlamak, el-kol hareketleri ve bazen de anlamsız seslerle başlayan bu iletişim çabaları, aylar geçtikçe kelimelere, kelimelerden cümlelere doğru evriliyor. Kendimizi ifade etmek ve başkalarını anlamak için kullandığımız ilk ve en etkili araç dil. Üstelik yalnızca kendimizi ifade etmek ve başkalarını anlamak için değil, dünyayı, içinde yaşadığımız toplumu anlamak için de dilden faydalanıyoruz.
Mesela çocukluktan itibaren duyduğumuz atasözlerini, deyimleri düşünün... O atasözleri hayata bakışımızı da şekillendiriyor bir bakıma. “Çok güldük, yarın kesin ağlayacağız” diyen bir büyük hepimizin çocukluğunda olmuştur herhalde... Şimdi yetişkin halimizle, çok eğlendiğimiz zaman çoğumuzun için “kesin kötü bir şey olacak” korkusuyla dolmasının nedeni bu olabilir mi?
Dil böylesine etkiliyken, toplumsal cinsiyet konusundaki fikirlerimizi de elbette şekillendiriyor. Dildeki cinsiyet eşitsizliği çekirdek aile, okul, mahalle, toplum aracılığıyla yayılıyor. Ama en çok da her haneye giren medya bu eşitlikten uzak dilin yayılmasına vesile oluyor. O hâlde cinsiyet eşitliği için her şeyden önce medyadaki dilin ve kadın temsilinin değişmesi gerekiyor.
RTÜK’ün 2018 yılında yayınladığı Televizyon İzleme Eğilimleri Araştırma’sına göre Türkiye’de en çok izlenen program “haberler”. İzleyiciler ayda ortalama 24 gün haberleri izliyor. Haberlerin ardından en çok izlenen program türü ise ayda ortalama 15 gün ile yerli diziler...
Öyleyse şimdi en çok izlenen haberlere ve dizilere cinsiyet eşitliği açısından bir göz atalım birlikte...
Haber programlarında cinsiyet eşitliği
Kadın Adayları Destekleme Derneği’nin yayınladığı araştırma raporuna göre, Temmuz 2020-Ocak 2021 tarihleri arasındaki 6 ayda, ağırlıklı olarak haber odaklı yayın yapan 13 televizyon kanalında en çok izlenen zamanda 2089 haber-tartışma programına katılan her 10 konuktan sadece 1’i kadındı.
Journo’nun yaptığı araştırmaya göre ise 100 medya kuruluşunun 89’unu erkekler yönetiyor. Gazeteler, televizyon kanalları, haber siteleri, ajanslar ve yerel medya kuruluşlarından 100’ünün yayın yönetmenlerini listeleyen Journo, 5 haber ajansının tamamını erkeklerin yönettiğini, yerel medyada ise kadın yönetici oranının %37 olduğunu belirtiyor. 100 medya kuruluşunun 89’unu erkeklerin yönettiği Türkiye, cinsiyet eşitliğinin bu alanında dünya liginin son sıralarında yer alıyor.
Türkiye'nin 100 Yayın Yönetmeni
Mecra |
Erkek |
Kadın |
Haber Ajansı |
5 |
0 |
Haber Sitesi |
32 |
25 |
Ulusal Gazete |
25 |
10 |
Ulusal TV |
170 |
2 |
Yerel Medya |
10 |
6 |
Reuters Enstitüsü’nün 12 ülkede, 240 medya kuruluşuyla yaptığı araştırmaya göre ise yayın yönetmenlerinin yalnızca %21’i kadın. ABD ise öte yandan %50’lik oranla öncü. Farklı alanlarda cinsiyet eşitliği açısından olumlu bir tablo çizdiği bilinen Finlandiya ve Almanya gibi ülkelerse, medya söz konusu olduğunda pek de parlak bir durumda değil. Listenin en sonunda Brezilya ve Japonya yer alıyor. Türkiye’yi de eklediğimizde dünyada durum şöyle:
Medyada kadın temsilinde durum pek de iç açıcı değil. Peki ya dil?
Haberlerde kullanılan dil, kanıksadığımız için çoğu zaman farkına dahi varmadığımız pek çok cinsiyetçi ifade ve fikir barındırıyor. Bunların bazılarına birlikte bakalım mı?
Adam:Devlet adamı, iş adamı, bilim adamı, görev adamı gibi ibareler bu işleri yalnızca erkeklerin yaptığına dair fikri pekiştiriyor. O nedenle “adam” kelimesinin yerini “insan” kelimesine bırakması gerekiyor. Bilim insanı, iş insanı, devlet insanı, görev insanı gibi...
Anne: Bu tanımın habere bir katkısı yoksa kullanılmaması gerekiyor. “Zalim anne”, “anne vahşeti” gibi kullanımlar yalnızca cinsiyetçi bir bakış açısını yansıtıyor. Olayın faili baba olduğunda, baba sıfatı vurgulanmıyorsa, anne için de vurgulanmaması gerekiyor.
... Babası: Tarih biliminin babası, Türk turizminin babası gibi birinin kurucu olduğunu anlatan tanımlarda “baba” gibi erkeklik vurgusu olan bir kelime kullanmak yerine, “kurucu” kelimesi tercih edilmelidir.
Cinnet geçirme: Özellikle kadın cinayetlerinde sıkça kullanılan bu kelime öbeği, ortada meşru bir sebep varmış gibi bir aklama aracı olarak kullanılıyor. Oysa “cinnet” teşhisi yalnızca uzmanlar tarafından yapılabilir. Medya kendi başına bu teşhisi koyma hakkına sahip değildir.
Namus: Ahlaki değerler öznel bir konudur. Topluma, zamana ve mekana göre değişkenlik gösterir. Haber yazımında toplumun bir kısmının değerlerini norm olarak dayatmamak gerekir. “Namus cinayeti”, “namusunu temizlemek” gibi ifadeler hem öznel olmasından ötürü, hem de kötü davranışı aklamak için kullanıldığından kaçınılması gereken ifadelerdir.
Yerli dizilerdeki kadın karakterler bize ne anlatıyor?
Türkiye’de haberlerden sonra en çok izlenen program, yerli diziler. Haberlerde kullanılan dil gibi, dizi senaryolarında yer verilen kadın ve erkek rolleri de kültürün şekillenmesinde önemli bir rol oynuyor. İşte bu nedenle medyada cinsiyet eşitliği konusunu incelerken dizilere de bakmakta fayda var. TÜSİAD’ın 2018 yılında yayınladığı Televizyon Dizilerinde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği araştırması dizilerdeki cinsiyet rollerine dair çok önemli veriler sunuyor.
Televizyon ekranında erkek karakterleri çok daha fazla görüyoruz: Yüksek reytinge sahip dizilerde erkeklerin ekranda görünürlük oranı %54, kadınlarınsa %46.
Erkelerin çoğu bekar: Ekranlarda daha çok bekar ve güçlü erkek görürken, kadın karakterler için aynısını söylemek mümkün değil.
Kadınlar evde: Erkek karakterler iş yerinde veya farklı dış mekanlarda görülürken, kadınlar daha çok evde veya iç mekanlarda karşımıza çıkıyor. Araştırmanın sonuçlarına göre iç mekanda görülen kadın karakterlerin oranı %71, meslek sahibi ve çalışırken gördüğümüz kadın karakterlerin oranı ise yalnızca %20. Bu istatistiki verilere bakılırsa, “Kadının yeri evidir” düşüncesinin, bu rol dağılımıyla pekiştirildiğini söylemek mümkün.
Kadınlar ağlıyor, erkekler öfkeleniyor: Kadınların duygusal, erkeklerin ise rasyonel olduğuna dair kalıplaşmış algı yerli dizilerde de kendini gösteriyor. “Ağlama/hüzün” içeren sahnelerin %73’ünde kadın karakterleri görüyoruz. “Şiddet/tehdit” içeren sahnelerin %79’unda ise erkek karakterleri...
Erkekler “yönetici”, kadınlar ise çalışmadan varlıklı: TÜSİAD’ın araştırmasına göre erkekleri “patron ya da yönetici” rolünde görme oranı %89. Kadınları ise daha çok çalışmadan varlıklı karakterler olarak görüyoruz. “Varlıklı ve çalışmayan” rolündeki kadınların oranı ise %68.
Kadınlar “anne”: Yerli dizilerde ön plana çıkan temalardan biri de annelik. “Babalık” ise pek de revaçta değil. Ebeveyn rollerinin %79'u kadın karakterlere ait. Erkek karakterler ise baba oldukları halde ebeveynlik yaparken görünmüyor.
Kadın oyuncular erkeklerden daha az kazanıyor
Dizi ve film sektöründeki cinsiyet eşitsizliği yalnızca karakterlerle sınırlı kalmıyor. Bu eşitsizliğin senaryolardan öte bir de gerçek hayata yansıyan yanı var: Dünyada kadın oyuncular erkek rol arkadaşlarına göre çok daha düşük ücretler alıyor. Hollywood özelinde son yıllarda çok konuşulan bir konu bu. 2019 yılında yapılan bir araştırmaya göre erkek oyuncular, benzer deneyime sahip kadın oyunculardan film başına ortalama 1,1 milyon dolar daha fazla kazanıyor.
Medyada cinsiyet eşitliğini sağlamak için hepimizin yapabileceği bir şeyler var
Kanıksadığımız deyimler, zararsız görüp gülüp geçtiğimiz şakalar, hiç düşünmeden kullandığımız kelimeler veya her akşam ailece oturup izlediğimiz diziler aslında o kadar da masum değil görüldüğü gibi... Bu örnekler ve burada yer veremediğimiz daha nice ifade ve kadın temsili, dilimizi ve dolayısıyla kültürümüzü, hayata bakış açımızı şekillendiriyor. Bu açıdan baktığımızda Türkiye’nin dört bir yanına ulaşma gücü olan medyanın yaklaşımının değişmesi çok önemli.
Bireysel olarak günlük hayatta kendi kullandığımız dile dikkat etmek bu değişimin ilk adımı. Cinsiyetçi ifadeler kullanmamaya dikkat edebilir, kullananları ise nedenlerini açıklayarak uyarmaya başlayabiliriz. Birey olarak yarattığımız değişim sandığımızdan çok daha etkili olabilir. Hatta bireysel eylemlerimizle toplumsal farkındalığı artırarak medyayı dahi dönüştürmek mümkün. Tartışma programlarında kadın temsilinin artması, haber dilinde cinsiyetçi ifadelerin kullanılmaması ve dizi senaryolarında kalıplaşmış cinsiyet rollerinin ötesine geçilmesi için medya kuruluşları üzerinde toplumsal baskı oluşturmayı deneyebiliriz... Çünkü medya toplumu etkilerken, toplum da medyayı etkileme gücüne sahip. Bu gücü azımsamamalıyız.
İçeriği paylaşmak ister misiniz?