Bienali

17. İstanbul Bienali toplumsal hikayeleri yeniden keşfediyor​

İstanbul Bienali toplumsal hikayeleri yeniden keşfediyor

 

Hatice Utkan Özden

17 Eylül’de başlayan 17. İstanbul Bienali’nin küratörlüğünü Ute Meta Bauer, Amar Kanwar ve David Teh üstleniyor. Bienal teması olmayan bir etkinlik olarak öne çıkıyor. Küratörler, bienali ifade ederken küratöryel metinde; ‘‘Bu bienal tatlı, olgun meyvelerle kaplı ulu bir ağaç olmak yerine kuşların uçuşundan, bir zamanların bereketli denizlerinden, yerküreyi yavaşça yenileyen ve besleyen kimyadan bir şeyler öğrenme arayışında. Belki bu bienal büyük bir toplanma ya da tek bir zaman ve mekânda yapılan planlı bir buluşma değil, bir dağılma, gözden uzak bir mayalanmadır. İplikleri bir araya gelir, çoğalır, ayrılır, gürültülü bir zirveye ya da nihai bir düğüme ulaşmadan yer yer kesişir. Bırakın bu bienal de kompost olsun. Vaktinden önce başlayabilsin, bittikten çok sonra da devam edebilsin.’’ yazıyor.

Bienal kapsamında dünyanın farklı bölgelerinden katılımcıların, İstanbul’un çeşitli semtlerinde çeşitli projeleri sergilenecek. Bienal episodlar, modüller ve bölümler halinde farklı bir format ve içerik benimseyerek ortaya konulurken, sanatçı, düşünür, yazar, şair, araştırmacı, mimar, radyo programcısı, balıkçı, aktivist, stand-up komedyeni, şef, etnomüzikolog, ornitolog, deniz bilimci, kukla ustası, müzisyen ve daha pek çok başka alandan 500’ün üzerinde katılımcıyla gerçekleşiyor. Diğer yandan, Beyoğlu, Kadıköy, Fatih ve Zeytinburnu’nda yer alan 12 sergi mekânının yanı sıra, şehrin dört bir yanında sayıları 50’yi aşan kitapçı, sahaf, hastane, huzurevi, kafe, metro durakları ve bir radyo istasyonunda izleyiciyle buluşuyor.

Bu bağlamda, bienal küratörü, Amar Kanwar, bienalin tek bir hikâye anlatmaya çalışmadığını ve birçok hikâyeye bakmak istediğini belirtiyor. Küratörlerin, Bienal direktörü Bige Örer ile yaptığı 29 Temmuz tarihli Youtube konuşmasında Kanwar, benim için bu bienal düşünmenin başka bir yolu olduğunu, yapmanın, paylaşmanın ve göstermenin bambaşka yolları olduğunu ifade ediyor, diyor. Kanwar, bienalde yer alan birçok katılımcı ve sanatçı yıllardır dünyanın farklı yerlerinde farklı projeler yapıyorlar ve bu uzun projeler ve süreçler bienalin bir parçası haline geliyor. Küratöryel metinde de belirtildiği gibi, aslında, Kanwar’ın söylemek istediği: ‘Bienal, beklenti ve amaçları baştan kurgulatıyor, formatları gözden geçirmemize neden oluyor.

17. İstanbul Bienali’nin ana hatlarıyla anlatmak istediği şey toplumsal iletişimi artırmak ve farklı sorulara cevap aramak. “Bienal bir gazete olabilir mi? Yeniden tasarlanmış bir arşiv olabilir mi? Su gibi herkesin içinden akan bir duyurular denizi olabilir mi? Eski şarkılardan, kuşlardan, çimenlerden, balıklardan, mandalardan edinilen iç görülerin paylaşıldığı bir buluşma olabilir mi?” gibi soruların sonucunda uzun süreli araştırma ve iş birliği ile 50'den fazla projenin bir araya gelmesiyle oluşan 17. İstanbul Bienali birlikte vakit geçirmek, düşünmek, konuşmak, dinlemek, okumak, izlemek, sorular sormak ve sorulara cevap aramak için bir davet niteliği taşıyor. Anwar bu sorulardan ortaya çıkan duruşu şu şekilde açıklıyor: ‘‘Asıl amaç bitmiş bir eser görmek değil, sanatçıların ve kolektif çalışan grupların nasıl iletişime geçtikleri ve birlikte neler yaptıklarını görmek. Bu bienalle birlikte uzun bir yolculuğa çıkıyoruz.’’ Bu yolculukların ilgi çekici tarafı ise bazı yolculukların İstanbul’da başlamış ve bazılarının da başka ülkelerde başlamış oldukları. Bu yolculuklardan ve projelerden bahseden David Teh ise hazırlık sürecinin pandemi döneminde olması nedeniyle birçok sanatçıyla farklı şekilde iletişime geçtiklerini belirtiyor. ‘‘Bazen aynı günde tek bir şehre giderek birkaç sanatçıyla görüşüyorduk, bazen de bir hafta içinde birkaç şehir gezmek zorundaydık. Uzaklık zordu ama iletişimi her zaman sürdürdük ve devam ettirdik.’’

Bienal bir yandan yerel topluluklarla uzun süreli ilişkiler kurmayı hedefliyor diğer yandan toplum kültüründe iletişimi de geliştirmek istiyor. Bu nedenle işbirlikçi fikirler öne çıkıyor. David Teh ise bu tür ilişkilerin ve fikirlerin sanat dünyasında her zaman var olduğunu belirtiyor. Bienal, gastronomiden ekolojiye, edebiyattan gıda güvenliğine, göçler ve göçmenlikten deniz yaşamına pek çok konuda, farklı coğrafyalardan ve zaman dilimlerinden hikâyeler anlatıyor. Teh bu iş birliklerinin ve müdahalelerin covid 19 nedeniyle daha da anlamlı hale geldiğini ve sanatın sosyal alandaki iletişimini derinleştirdiğini belirtiyor. Burada Terry Smith’in bienallerle ilgili söylediklerini hatırlamakta fayda var: Bienallerin kendilerini aşan ve genişleten bir iletişim gücü var ve bunlar çeşitlemeler yaratıyor, sanatı sadece görülebilir bir şey olmaktan çıkartarak sosyal katılımı yüksek etkinlikler doğuruyor. Ute Meta Bauer, yine IKSV Youtube kanalındaki konuşmasında, bu etkinlikleri açıklarken, güncel sanata dair eserlerin müzelerde görülebildiğini ama projelerin toplum içinde bazen kaybolduğunu ve bu tür sanatsal projelerin yeterince görünür olmadığını belirtiyor. Bu tür projelerin daha görünür kılınması için bienalin önemli bir etkinlik olduğunu söyleyen Bauer bazı sanatsal girişimlerin uzun vadeli etkileşim içinde yapıldığını ve topluluklara fayda sağladığını da belirtiyor. Örneğin, katılımcılardan Cooking Sections’ın uzun süredir devam eden büyük ölçekli Çamuralem / Wallowland başlıklı projesi. Cooking Sections uzun süren araştırmalarla, ilgi çekici ve özel sergileme tekniklerini bir araya getiriyor ve tarım, gıda, iklim ve çevresel faktörleri birleştirerek altında derin anlamlar olan sosyal mesajlar içeren eserler üretiyorlar. Aslında, ikilinin yaptığı oldukça iddialı bir şekilde bilgiyi yeniden üretmek.

Projeler ve 17. İstanbul Bienali

Bienal küratöryel metninde bienalin zamanından önce başladığını ve bittikten sonra da devam edebileceğini belirten cümlesi ilgi çekici, çünkü projelerin bir kısmı tıpkı Cooking Sections’ın projesi gibi devam eden ve edecek projeler. Küratör, David Teh projelerin çoğunun bienalden çok önce başladığını ifade ediyor.

Odeabank’ın destek sponsoru olduğu 17. İstanbul Bienali, Beyoğlu, Kadıköy, Fatih ve Zeytinburnu’nda yer alan 12 sergi mekânının yanı sıra, şehrin dört bir yanında sayıları 50’yi aşan kitapçı, sahaf, hastane, huzurevi, kafe, metro duraklarında izleyiciyle buluşuyor. Pek çok İstanbul Bienali’ne ev sahipliği yapan Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, performans sanatçılarını tek bir çatı altında birleştiren ve üretimlerini destekleyen Performistanbul Canlı Sanat Araştırma Alanı (PCSAA), 1999’dan bu yana kapalı olan İstanbul’un en eski Rum okullarından Merkez Rum Kız Lisesi, SAHA’nın sanatçı ve küratörlere yönelik bir misafirlik, etkileşim ve üretim programı olarak başlattığı SAHA Studio bienalin Beyoğlu bölgesindeki öne çıkan mekânları arasında yer alıyor. Bienal mekanlar ve projeler arasında yeni fikirler doğurmayı da amaçlıyor. Bu nedenle projelerin ve mekanların çeşitliliği, aslında anlamlı bir hale geliyor. David Teh bu konuda şunları söylüyor: ‘‘Aslında, pandemi sürecinde bir bienal yapmanın, pandeminin sadece buzdağının görünen tarafı olduğunu fark ettirdi bize. Çünkü, dünyada birçok farklı alanda sorun var.’’ Sosyal ve çevresel alanda birçok sorunun olduğunu belirten Teh, otoritelerin yanlış kullanılması, çevresel problemler, iklim değişikliği gibi birçok konunun bienalde yer aldığını belirtiyor. Projeler farklı alanlarda sergilenirken şehrin geçmişi ve tarihsel değeri de önem kazanıyor. Bu mekanlardan projelerin sergilendiği, İstanbul’un 130 yıllık bir geçmişe sahip endüstriyel miraslarından, artık kentin merkezi kültür-sanat alanlarından biri olan Müze Gazhane ve Suriye’yi terk etmek zorunda kalan sanatçılar tarafından 2014’te Yeldeğirmeni’nde kurulan arthereistanbul, bienalin iletişimci ve paylaşımcı ruhunu yansıtır nitelikte öne çıkıyor.

Küratörlerden Ute Meta Bauer bu tür bir paylaşımın önemli olduğunu belirtiyor ve diğerleriyle etkileşime geçen ve kendi topluluklarıyla ilgilenen proje sahiplerinin farklı mekanlarda var olmalarının önemli olduğunu belirtiyor. Bu nedenle her şeyi bir arada tutarken, bienalin farklı çeşitlemelerle ortaya koyduğu fikirleri de bir araya getirmiş olması önemli. Bu konuda en ilgi çeken başka bir katılımcı ve proje ise Şiir Hattı projesi. Şiir Hattı İstanbul’a dair ve onun tarihsel alanda değerini de ne çıkartan bir proje. Buradaki amaç, klasikleşmiş sergiler aracılığıyla değil de farklı şekillerde de izleyiciyle buluşmayı hedefleyen bir bienal olarak öne çıkmak. Yazar Süreyya Evren'in danışmanlığında gerçekleştirilen Şiir Hattı projesi bienali şehre yayabilen ve şehirle bir arada büyüyen bir proje olarak öne çıkıyor. 15 şairin 2021 boyunca yazdığı 200’e yakın yeni şiire, bienal süresince çeşitli dijital ve fiziksel kanallar üzerinden erişilebiliyor. Şiir panoları kentin farklı noktalarında, sahafların, kitabevlerinin, restoranların, kafelerin camlarında ve duvarlarında görülebiliyor. Ayrıca metinlere katılımcı şairlerin şiir okumaları, podcast serileri, düzenli radyo programları gibi farklı mecralarda gerçekleşecek söyleşiler ve etkinlikler eşlik ediyor.

Bienal Paralel Etkinliği: Odeabank O’Art’tan “Planet I- Ben Küre” Sergisi

Bienal’in paralel etkinliklerinde öne çıkan bir diğer proje ise Odeabank’ın sanat platformu O’Art’ın Ha:ar sanatçı ikilisi ile gerçekleştireceği “Planet I- Ben Küre” adlı sergisi olacak. Pratiklerinde geleneksel sanat ile yeni medya teknolojileri aralığında yer alan söylemler oluşturan sanatçı Hande Şekerciler ve sanatçı Arda Yalkın’dan oluşan sanatçı ikilisi ha:ar ile Hande Şekerciler’in disiplinlerarası diyaloğun önemine vurgu yapan melez çalışmalarından oluşan sergi 27 Ekim - 5 Kasım 2022 tarihleri arasında Zülfaris, Karaköy’de gerçekleşecek.

Tüm bu projeler bir araya geldiğinde ve İstanbul’un tarihiyle birleştiğinde büyük bir bilgi üretimi ve birikimi yaratıyor. Örneğin, Şiir Hattı projesinde edebiyat ve şehrin bir araya gelmesiyle sanat üzerinden bir iletişime de tanık oluyoruz. Edebi bilgiler şehirle ve sanatsal üretimle birleşiyor. Amar Kanwar’a göre böyle bir dönemde böyle büyük bir bienali hazırlamanın hem etkileyici hem de zor bir yanı var. Bilgileri almak ve onları işlemek ve projelere dahil etmek en zor ve etkileyici konulardan birisiydi, diyor Kanwar. Diğer yandan, değişimleri uzaktan gözlemlemek farklı bakış açıları yaratıyor. Bu nedenle bienalin tek ve büyük bir kamusal program gibi yaşanması ve tecrübe edilmesi çok önemli bir hal alıyor.